debdebe ve gulgule ve velvele ve feryadu figan ve vaveyla

blog'a yazarken ben.

blog'a yazarken ben.
eheh.. herkes şaka yapınca, bir tane de ben yaparsam sempatik bir hava oluşur diye…

bu bir blogtur!

hakan öztürk'ün kişisel şahsi blogudur. -hoş geldin -hoş blog abi.

sarıkız da debdebe okuyor!

sarıkız da debdebe okuyor!
-möhöhöhö. evet, mütemadiyen gülüyorum.

sevgili okuyucu

-hoş geldin.

-hoş blog.


-benim çocuğumun neden flütü yok?

Evliya Çelebi ile Osmanlıca neş'esi

Evliya Çelebi ile Osmanlıca neş'esi
ÇOK YAKINDA!!

site sağa kayıyor kaptan!

site sağa kayıyor kaptan!

gugıl ört

gugıl ört
Aslansın dediler kaplansın dediler soylu şovalyemiz bir uçuşta dağları tepeleri aşarsın dediler, gaza gelen kafama napayım, “Ya Allah!” dedik zıpladık zıplamasına da bu sıçramanın bir de yere konması var onu düşünemedik vesselam. Neyse hazır uçuyoken keyfini çıkarayım bari… fihuuu köye bak google earth gibi şerefsizim.

saint francis

saint francis
-Çok kafa adamsın Saint Francis abi! -kdhasjkdhjkas sağol.

bir street fighter melodramı

bir street fighter melodramı
-dalsim aşağı in ebelemeç oynayalım lan! -olmaz annem izin vermiyor ben kolumu uzatıyorum siz başlayın!

ben de yazmak istiyorum diyorsanız...

Oturun yazın arkadaşlar. Benden niye izin alıyorsunuz anlamadım. Siz de bir alemsiniz.

at durumu-I

at durumu-I
sağanak at

at durumu-II

at durumu-II
kırkikindi atı

at durumu- III

at durumu- III
karla karışık at

at durumu- IV

at durumu- IV
sisli at

at durumu V

at durumu V
gökgürültülü ve yağışlı at

ama niyçin?

Nedenini ben temsilî bir hikâye ile anlatayım gözüm.

Tabip, hastanın odasına girdi. Hasta her zamanki gibi elinde bir kömür karası, duvara karınca misâl yazılar yazıyordu. Doktor şefkatle suâl etti, “Neden evladım, neden kimselerin giremeyeceği bu tahaffuzhanede, neden kimsenin okumaya zahmet etmeyeceği kadar uzun, bakmaya tenezzül etmeyeceği kadar nahoş yazılar yazıyorsun?

Hasta duvardan gözünü ayırmadan, geri iki adım attı. “Tabip…Tabip…” dedi. “Halbuki yakından bakınca ne kadar da güzel gözüküyor baksana.”

Tabip, “Dur bakayım.” diye, hastanın önüne geçti. Yazılara iyice kafasını yaklaştırdı.

“ Evladım ama yakından da bir şey anlaş…”

ÇAAAAAAAT!

Hasta tüm vücuduyla tabibi duvara itti ve tabibin kafasını duvara vurdu.

Sonra bir daha.

Ve bir daha.

Tabib yere yığıldı. Hasta biraz durdu, sonra duvara yazılarını yazmaya devam etti… kırmızı mürekkep ile.

bursaspor oley

bursaspor oley
-ehehe abi fener kazandı sanınca timsah yürüyüşü yapmışınız ehehehe. -olm ısırıcam şimdi kulağını, o iş bildiğin gibi değil.

teşbihin cahil elinde hakikat olması

teşbih ve temsiller, havastan avama geçtikçe, yâni ilmin elinden cehlin eline düştükçe, mürur-u zamanla hakikat telâkki edilir.

14. lem'a.

türk solunda taze kan arayışları

türk solunda taze kan arayışları

meşe odununa dair

Bir meşe odunundan iki kere dayak yiyemezsin. Çünkü sana bir daha vurduklarında o aynı meşe odunu değildir. Alexander Meşeodunu Jr

Evrimci mizâh

Evrimci mizâh
-Ah ulan Darwin ölmeyeydi. Bana söz vermişti seni maymunadam diye gazeteye çıkaracaktım diye. Ah ulan şu kadar kalmıştı şöhret olmama.

cana can katansın

cana can katansın
hayatın acımasızlığına karşı bir tencereye sığınmıştı...

uçan tekmeye daîr

Şiddeti ve dengesi kusursuz ayarlanmış bir uçan tekme, yeni filizlenmiş bir küpeçiçeği zarafetindedir. [Ketalapençavamşati, Kadim hint öğretileri, Şiddetin asaletine daîr, 2. Bab]

çaresizlik

çaresizlik
-O son mısırın üzerine suyu içmeyecektim arkadaş. Durum vahim. Kalkamam. Koskoca yeniçeri ağası çırçır olmuş, perdeyi revan etmiş derlerse halim nice olur acep?

heyûla ve meşe odununa daîr

Bildiğimiz mazmunda yaşam emareleri göstersin ya da göstermesin, her varlığın bir ruhu mevcuttur. Şiddete başvurduğunuzda, bir insanın başına meşe odununu geçirdiğinizi düşünebilirsiniz lâkin aynı zamanda da bir meşe odununa bir insanın başını geçirmiş olursunuz.

[Hattori Tsu, “Heyûla ve Meşe odunu” adlı konuşmasından…]

minimal öykü

Kırk ikindi yağmuru;

Bugün otuzdokuz dedi, yarın bulutlardayım.

agresif mizah

agresif mizah

ziya'nın rüyası

Rüyasında, devasa toprak tünellerin içerisindeydi. Etrafını binlerce dev karınca sarmıştı. Garip olan sanki hepsine aşina olmasıydı, hiçbiri ona korku vermiyordu, o da bir karıncaydı. Tünel yolu önce yavaş yavaş dikleşti, sonra tam doksan derece oldu, tünelin ucunda devasa bulutlar gözüküyordu. Hepsi pürtelâş tünelin sonundaki ışığa doğru tırmandı. Çıkıp da güneş ışığı şeffaf gözlerini doldurunca, yuvanın hemen kenarında yeni mevta olmuş dev bir kır çekirgesi olduğunu gördü. Karıncalara has bir hırsla, hepsi çekirgeyi, yuvaya taşımak için saldırdı.


Üç tane karınca çekirgenin bacağını eklem yerinden kopardı ve Ziya’nın ve bir grup karıncanın üzerine yükledi ve rızıklarını yuvaya doğru taşımaya başladılar.

Derken, yerde ufak bir sarsıntı hissetti. Ardından sarsıntı şiddetini hızla arttırdı. Yer yerinden oynamaya, sırtlarında yük olmayanları, çekirge budunun altından görebildiği kadarıyla, kâh havaya fırlamaya kâh da yere düşmeye başladılar. Başını çevirip arkasına baktı, atlar üzerinde dev bir ordu onlara doğru yaklaşıyordu! Sırtında yük olmayanlar zıplaya zıplaya harap oluyorlardı, o da, “Çabuk herkes, sırtına bir taş alsın ve yuvaya doğru kaçsın!” diye bağırdı. Sesini duyabilenler dediğini yaptılar ve yuvaya doğru gitmeye başladılar.


Bu sırada yanlarına yetişmiş atlılardan en önde olanı, tam atı onu nalları altında ezecekken, koşum kayışlarını çekti, atını ve arkasındaki herkesi durdurdu. Atından indi, yanına yaklaştı. Ziya’ya doğru iyice eğildi, parmağını ona uzatarak, ağzından çıkan yel onu savurmayacak kibarlıkta;

“Hayır olsun Karıncabeyi? Yoksa atlarımızın gürültüsü sizi rahatsız mı etti?” diye sordu.

Bu insan, karınca dilinde konuşuyordu. Şaşırdı. Ona uzattığı parmağında, mühr ü Süleyman’ı görünce, hemen kendini toparladı.


“Estağfurullah efendimiz, hem şu ahalinin canlarından korktuğum için hem de size feda olsun ama geçip gittiğinizde nallarınızın altında kalacak cesetlerden müteessir olmayın diye hemen yuvamıza çekilelim istedim.”

Bu sözlerimin üzerine efendimiz, tebessüm buyurdu. Gülümsemesinden cesaret aldı. Hediye olarak yanımdaki tek şeyi, çekirgenin budunu gösterdi. Efendimiz, serçe parmağının üzerine koydu, dua etti. Sonra tüm ordusuna elden ele dolaştırdı. Herkes yiyebildiği kadar yiyor sonra yanındakine veriyordu. Duanın bereketi ile herkes gani gani doydu. Sonra efendimiz, ona döndü ve buyurdu ki;


“Ziya, sen bir karıncayı bile incitmiyorsun.”

“Nasıl..nasıl efendim?”


Uyandı.

bu abi mühim bi abi

http://kamyon.tumblr.com/
muharrir Hakan Öztürk 1 yorum:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş
Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa
Kaydol: Kayıtlar (Atom)

Geçmiş zaman olur ki...

  • ►  2021 (1)
    • ►  Haziran (1)
  • ►  2016 (1)
    • ►  Haziran (1)
  • ►  2014 (2)
    • ►  Mayıs (1)
    • ►  Ocak (1)
  • ►  2013 (12)
    • ►  Temmuz (2)
    • ►  Mayıs (3)
    • ►  Nisan (6)
    • ►  Şubat (1)
  • ►  2012 (1)
    • ►  Temmuz (1)
  • ►  2011 (5)
    • ►  Aralık (3)
    • ►  Eylül (2)
  • ▼  2010 (45)
    • ►  Ekim (6)
    • ▼  Ağustos (1)
      • bu abi mühim bi abi
    • ►  Temmuz (8)
    • ►  Haziran (14)
    • ►  Mayıs (16)

sitelerinde yer ayıran güzel insanlar & dostlar & takip edilesiceler

  • Ramazan Yıldız
  • cem tere
  • evrensel sözlük
  • dertli sözlük
  • deniz aslan
  • e-zat
  • muvazzaf sergerde
  • yollarda gezer
  • tota ruh
  • düşünen
  • ben hayattayken

Temaaşa Heyeti

...

biz kaç kişiyiz.com?

3d fonts