Volkan Akmeşe sizin için çizmedi ama size de göz kırptı. Manyak mıdır nedir? Tam sayfa hikaye ilk defa Debdebe ve Gulgule'de!!!

Geçen Volkan Akmeşe ile Msn'de konuşuyorduk. "Abi yeni hikaye çizdim, bir bak istersen." diyerek bu hikayeyi çizdi. Bakıp bayılınca "Abi ben bunu siteye koyayım mı müsadenle?" diye sordum. "He." dedi. "Vay abi çok teşekkür ederim." diye yazdım. Bir cevap gelmedi ama diyalog kutusunun altında Volkan yazıyor... cevabını epey bir bekledim. Bir şey gelmedi. "Şu dergide senden kral adam tanımıyorum Volkan abi." diye yazdım. Hala aşağıda Volkan yazıyor... diyordu. "Zaten derginin geri kalanını bir kefeye seni bir kefeye koyalım ağır basarsın şerefisizim." dedim. Volkan yazıyor... deyip de bir şey çıkmadıkça saydırıyordum. "Sen cafcaf için yeri doldurulmaz bir değersin Volkan abi." dedim, "Asım abi olmasa olur ama sensiz Cafcaf olmaz, olamaz!" dedim. Hala Volkan yazıyor... diyordu.



En sonunda msn kutusunda "aasdajksdjkashdasdhjsuıbmönxcmözxloawekjdklsjsdjklfhdjlskfhmönvxcmövnosdıklsjdflskdfjsdklfjsjkdfhsdjkfhsdfjksdhjkf h 2213782137812jhasdfasdjı8ı23" diye bir mesaj geldi. 




"Ya Hakan kusura bakma klavyeye çay döktüm, onu temizlemeye çalışıyordum." dedi sonra.

Neyse, Siz Volkan Akmeşe'nin çizgisine bakın bence.

Tıklayınız efendim.

İçinden tren geçen hikaye: Be hey Gençlik

İlk Cafcaf'ta yayınlanan Be Hey Gençlik adlı köşede yayınlanmıştır. 



İşlerim ahmakıslatan gibi tepemden yağıyor, müşteriler yıldırım yıldırım kafama düşüyor idi. Bu hengâmda, ekranımın sağ alt köşesinde bir kutucuk, bana msn üzerinden Ankara’da okuyan genç bir arkadaşımın bir şeyler yazdığı havadisini veriyordu. Tıkladım. Açtığımda, “Abi bir site var çetrulet diye, ilk defa denedim, rastgele insanlarla görüntülü çet yapıyorsun. İlk seferde İtalyan bir hatunun msn adresini aldım ehehe ayayekokocombo jkshajkdh.” Yazdığını gördüm.

Filhâl, bilgisayarımı kapattım. İş arkadaşlarıma acil bir işim çıktığını söyleyip Haydarpaşa Gar’ına doğru seyirttim. Acil tarafından bir bilet alıp yola çıktım. Kompartımanımda benimle beraber üç tane öğrenci suretli zevat vardı.  

Yolculuk esnasında zamanla kendileri ile ünsiyet peyda ettim ve havadan sudan konuşmaya başladık. Üçü de kıpır kıpırdı. “Abi biz macera olsun diye ilk defa trene biniyoruz da çok heyecanlandık.” Diye açıkladılar. “Ooo gençler.” Dedim. “Karşınızda hayatı trenlerde geçmiş bir adam duruyor.” Bunun üzerine gözleri hayret ve hayranlıktan ışıl ışıl oldu. Anlatmaya başladım.

“Ben o zamanlar on altı yaşındaydım, lise birde. İnce uzun bir oğlan. Saçlarım kirpi gibi dik duruyor; ne yana, ne geriye taranmıyor, beni deli ediyordu. Küçük istasyon binasının arkasında, battal bir hatta çekilmiş, eski bir vagonda kalıyorduk. Vagondan bir ev...”

Lafımı birisi böldü. “Aaa abi çocukluğun, Mustafa Kutlu’nun Uzun Hikaye’sinde anlatılana ne kadar da benziyor!”

Bunun üzerine bir lahza durakladım ve devam ettim.

“Bu yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya gider gelir, gider gelirdi. Bu yerlerde demiryolunun her iki yanında, ıssız,engin, sarı kumlu bozkırların özeği Sarı-Özek uzar giderdi...”

Bu sefer lafımı diğeri böldü,

“Abi bu da Cengiz Aytmatov’un Gün Olur Asra Bedel romanında yazıyor.”

“Hayat hayata benzer gençler!” dedim. Dolan gözlerimi pencereye dikerek, “O değil de bir keresinde de Çin’den Moskova’ya Trans-Sibirya treni ile geçmeye karar vermiştim ve yolculuk esnasında bagajıma matruşkalar içerisindeki eroin zulasını koyan bir kaçakçı ve polis görünümlü mafyanın dahil olduğu bir macera yaşamıştım. Maceranın sonund…”

Lafımı bu sefer üçü de kahkahaları ile böldüler. Gülmekten kıpkırmızı olmuş suratı ile bir tanesi, “Yuh be abi direkt Transsiberian filminden sahne çaldın ha!!” diye açıkladı. Onlar gülmeye devam ederken, ayağa kalktım. Ciğerlerime, büyük bir nefes hapsettim…

Tren Ankara’ya geldiği zaman, polisler kompartıman zeminine sereserpe uzanmış, beyninin pekmezi akan üç genci ayıltmaya çalışıyor, başka bir polis memuru da “Abi vallaha ne olmuşsa kaşla göz arasında olmuş ben bir şey fark edemedim!” diyen tren görevlisine sorular soruyordu.

Gardan çıkıp bir taksi çevirdim. “Bilkent Üniversitesi’ne.” Dedim. Ankaralı genç adamın okuduğu kampüse gidip, … nerede acaba diye sormaya başladım. Kendisi popüler bir zat olduğu için iki üç kişiye sorduktan sonra kantinde olduğunu söylediler. Kantine girdiğimde hemen beni fark etti. Ben oturmak üzere bir sandalye kapıp ona yaklaşırken,

“Oooo Hakan abi bu ne sürpriz hangi rüzgar attı seni? Daha sabah msn’de konuşuyorduk. Ama Hakan abi neden elindeki sandalyeyi kafama doğru savu…”

ÇAAAAAAAAAAAAT!

Kafasına sandalyeyi asayı musa misal geçirince geçirdiğim yerden yedi pekmez ırmağı taştı.

“Başka şey mi bulamadın lan internette uğraşacak?”

diye sordum ama şuurunu yitirdiği ve beyninin pekmezi aktığı için beni duyamadı. Sonra çıkıp gara gittim. Acilinden bir İstanbul bileti aldım. Kompartımanda iki orta yaşlı adam vardı. “Abiler.” Dedim. “Karşınızda hayatı trenlerde geçmiş bir adam duruyor.”

Evliya Çelebi ile Osmanlıca neş'esi Ders-6

Suâl: Hâl-i pür melâl ne demektir?

El cevâb: Acıklı hal demektir. 

Suâl: Bir nebze dahi açıklayabilir misiniz? 

El cevâb: Bittabi, Evliya Çelebi’nin "Acıklı hal" yerine kullandığıdır Seyahatnamesinde. Bir gün sual etmişler,

-Çelebi çelebi, neden “Acıklı hal.” değil de  Hâl-i pür melâl? Deyince Çelebi eydür,

-Çünkü… aa parmağındaki yüzük ne senin? Deyip suâl edenin parmağındaki yüzüğü alıp iyice incelemiş. Sonra suâl soran “ne yapıyorsun???” demeye kalmadan yüzüğü ateşe atmış. Sonra yüzüğü ateşten alınca suâl sorana “Bak Frodo.” Demiş “ateşe attım ama elimi yakmıyor. Sonra ateşe atınca yüzüğün içinde beliren yazıları okumuş,

Üç Yüzük göğün altında yaşayan Elf krallarına,
Yedisi taştan saraylarındaki Cüce hükümdarlara,
Dokuzu ölümlü insanlara,ölecekler ne yazık;
Bir Yüzük gölgeler içindeki Mordor Diyarı'nda,
Kara tahtında oturan Karanlıklar Efendisi'ne.

Hepsine hükmedecek bir yüzük,hepsini o bulacak,

Hepsini biraraya getirip,karanlıkta birbirine bağlayacak
Gölgeler içindeki Mordor Diyarı'nda.,

Sonra Frodo’ya demiş ki, “işte bu yüzük iyiyle kötü arasındaki savaşı bitirecek Frodo, bu yüzüğü Mordor’daki Hüküm Dağı’na atmak için zorlu bir yolculuğa çıkacaksın, unutma iyiyle kötü arasındaki denge senin bu yüzüğü yok etmene bağlı.” Demiş.

Kahramanlarımız unutulmaz bir maceraya atıladursunlar ben de gidip bir semaver yakayım.

Evliya Çelebi ile Osmanlıca neş'esi Ders-5

Suâl: Temme’l-kelâm-i münasib ne demektir?


El cevâb: Vesselam demektir. Suâl: Bir nebze dahi açıklayabilir misiniz? 

El cevâb: Bittabi, Evliya Çelebi’nin "Vesselam" yerine kullandığıdır Seyahatnamesinde. Bir gün sual etmişler,

-Çelebi çelebi, neden “Vesselam.” değil de  Temme’l-kelâm-i münasib? Deyince Çelebi eydür,

-Çünkü… IIAAAAAAAAAAAAARHHHHH!

AAAAAAAAAAARRRRRRRRRRRRRRRHGGGGGGGGGG!

HIUUUAAAAAAAAAA!

Birden Çelebi’nin yüzü genişlemeye, kolları bacakları büyümeye, elbisesini yırtmaya başlamış. Derisi de hastalıklı bir yeşile çalmış. Bir koltuk devasalığındaki sarığı kafasında takke gibi ufacık kalmış. [Bknz şekil:1] Hulk’a dönüşmüş Çelebi!

-Çünkü… YEŞİL DEV EZEER! Demiş ve Baş parmağı ile suâl soranın kafasına bastırmış. Adamın kafasıyla ayakları bir olmuş ve CİRK! Diye bir ses çıkmış. Derken U.S Navy askerleri helikopterlerle tanklarla gelerek Hulk’a füze, atom bombası, kurşun ne varsa atmaya başlamışlar. Bu Amerikan askerleri de tam gerizekalı ha. Senelerdir deniyorlar bir türlü anlayamadılar Hulk’a bişey  işlemediğini. Sonra Hulk zıplayarak kilometrelerce öteye fırlamış. Bir süre sonra Çelebi normal çelebi haline dönmüş. Elbiseleri de hiç yırtılmamış gibi eski haline dönmüş. Bu Amerikan çizgiromanları da tam gerizekalı ha. Öff ne biçim oldu bulog. Bu bulog da tam

Back to the Future aldatmacası: Akı Kapasitörünü Mithat Taymtıravol adlı bir Osmanlı keşfetti!

Ah şu müselman kardeşlerimin aşağılık kompleksleri ah. Geçen bir tanesi “Abii abi, biz ilimde teknikte şol Evropa’nın, şol Amalikalıların ne kadar da gerisinde kaldık!” diye vaveyla ediyordu. Ben de ağzına bir tane sille aşkettikten sonra bu konuda bir iki kelam etmenin elzem olduğuna kanî oldum ve mevzuya akı kapasitörünün ilk Osmanlılar tarafından keşfedildiğinden bahsederek bir mukaddime yapayım istedim;

Vakt-i Osmani’de Mithat Tayımtıravol adında hem fenni hem uhrevi ilimlerde zamanının zirvesini görmüş bir alim var idi. Bu alimin en büyük icatlarından birisi de şimdi akı kapasitörü diye bildiğimiz, edavat-ı vakit bükümü diye adlandırdığı alettir.

Bu aletle Mithat efendi, kompleks parametik impulslarla güçlendirilen gosdalinyum [anlamasanız da kafa sallayın ilimsel hakikatlerden bahsediyoruz burada.] ile zamanda cevelan ve seyeran etmeyi mümkün kılmıştı.

İstediği zamana atlaması için muayen bir sürate ulaşması gerektiği için Mithat bey, bu sürate, bir at arabası marifetiyle ulaşıyordu. Akı kapasitörü de epey cesametli bir alet olduğu için onu da bir at arabası dingili olarak dizayn etti.
 
Rivayet odur ki, Mithat Tayımtravol istediği zamana gitmek için at arabasını Barbaros yokuşundan aşağı salar, tam Beşiktaş iskelesinden atları ve arabası ile denize uçacakken birden muayen sürate ulaşınca akı kapasitörü aşka gelir, at arabası havada yanan teker izleri bırakarak kaybolur ve Mithat Taymtıravol meçhul zamana cevelan edermiş.

Mithat Taymtravol’ın nereleri, hangi zamanları ziyaret ettiği konusunda elimizde bir malumat yok. Lâkin, yaşlığında asr-ı saadete gidip Bedir Harbinde şehit olduğu konusunda kuvvetli bir tevatür de mevcuttur.

Gelgelelim Amerikalıların bu icadımızı nasıl ele geçirip kendilerinmiş gibi pazarladıklarına. Mithat Tayımtravol, en son yolculuğunu yapmadan önce bir akı kapasitörü daha yapıyormuş. Lakin, yaptığı en son yolculuktan geri dönmeyince, eşyaları bir süre boşta kalmış. Sonrasında atölyesi ve eşyaları dersaadet ambarlarına kaldırılmış. Milli mücadele döneminde ise tüm ambardaki edevat kilo hesabı ile Amerikalı bir tüccara satılmış. Kapasitör bir dönem daha atıl bekledikten sonra bu Amerikalı tüccarın torunu Dr. Emmett L. Brown tarafından asıl işlevi anlaşılınca
Dr. Emmett L. Brown denilen bu zat,  o zamanın teknolojisiyle akı kapasitörünün çok daha ufak bir versiyonunu yapmış.

Hikayenin geri kalanı ise hepimizin malumu. Bu Amerikalılar bizim icadımızı çaldıkları bir yana bir de bunun filmini yapıp, macera unsurları ile süsleyip püsleyip bize kendi icadları gibi yutturdular!

Biz de yedik!

Veyl olsun!

Ödüllü değil, ceza gibi bilmece

Suâl : Şekildeki nedir? 










[Cevap aşağıda.]






























El Cevâb: Kıbrıs Rum "Kesim"i!




-Ama Hakan, Neden???? Neden böyle espriler yapıp bizi hayattan soğutuyorsun??
-İnan ben senden daha çok üzülüyorum. 
-Hem bunda ırkçı ve faşit öğeler mevcut. 
-Hee tabi. Aaaa kuşa baksana!
-Hani kuş görem....


ÇAAAAAAAAAAAAT! 


ehehehe

Volkan Akmeşe sizin için.... ühühühü. Tırcı Balaban


Benden senaryo yazmamı isteyerek beni envai triplere sokan Volkan Akmeşe'nin çizdiği bir Tırcı Balaban hikayesi. Tıklayınız efenim.

Evliya Çelebi ile Osmanlıca neş'esi Ders-4

Suâl: Garâyib ve acîbe-i kelâm ne demektir? 

El cevâb: Sözün en garip ve acayipi demektir.
Suâl: Bir nebze dahi açıklayabilir misiniz? 

El cevâb: Bittabi, Evliya Çelebi’nin "Garip sözler" yerine kullandığıdır Seyahatnamesinde. Bir gün sual etmişler,

-Çelebi çelebi, neden “Garip sözler” değil de Garâyib ve acîbe-i kelâm? Deyince Çelebi eydür,

-Çünkü… 

Birden gözlerini koskocaman açmış Çelebi. Suâl eden “Ne oluyor????!!!” diye soramadan cüssesinden ve yaşından beklenmedik bir süratle onun üzerine atlamış Çelebi sonra. Ve üstlerinden vızzzznnn! Diye bir mermi geçmiş. Çelebi hemen kendini bir kayanın kenarına fırlatmış. Sarığının içinden 9 mm’lik Kırıkkale yapımı Atmaca modeli silahını çıkarmış ve rastgele ateş etmeye başlamış, bir yandan da deliler gibi “Hahahahah beni asla sağ ele geçiremeyeceksiniz istavroz fideleri!!!” bağırıyormuş. Derken hasımları da boy göstermiş. Hasımlarından ikisi G-3 piyade tüfekli, biri de Dragunov keskin nişan tüfeğine sahip imiş. Atılan kurşunlar çelebinin sığındığı kayayı kevgire çeviredursun, çelebi yeleğinin cebinden bir alet çıkarmış ve düğmeye basmış. Düğmeye basınca, hasımlarının olduğu yerde büyük bir patlama olmuş. Çelebi iyice delirmiş, “Daha fazla getirin laaan daha fazla getirin!!!!!

“Hell yeah!!!”

The end. 


          Cast

Çelebi       Antony Quinn

Suâl eden  Adam Sandler

Düşman 1  Emre Bilgiç

Düşman 2  Ramazan Yıldız

Düşman 3  Yasir Buğra Eryılmaz

Gizli bir mesajı olmayan ama sizin gizli mesajlar keşfedeceğiniz bir hikâye: Melamet Hırkası

Bir an başını kaldırdığında, göz göze geldik…

“Bana hayatı öğret!” dedi kendisi. Ofisime gelmişti. Her daim yere bakıyordu bir çocukmuşçasına. Elindeki dosya kağıdının kenarını kıvırıyordu. Sadece onun gibi birisi dünyalara sığmayacak bir isteği tek bir cümlecik içerisine sığdırıp sorabilirdi.
 
“Elindeki ne?” diye sordum.
“İçer,de sivi mrmrmmr..” sesi delik bir balon gibi söndü.
“Kardeşim… sesli konuş biraz!”
“İçerde sivi yap dediler, ben de mrmrmrm.”
“İşe mi alınmak istiyorsun?”
“Yoo içerde…” niye bu kadar darlandığına şaşıyordum.
“Tamam, tamam, madem yazdın bakayım madem.”

Tam elimi uzattım, korkuyla elini geri çekti.

“Eee, versene?”
“Vermem!” bir çocuğun isyanıydı sesindeki.
“Niye be?” zorla elinden kağıdı aldım.

 Kağıtta bir çöp adam bir de çöp kız el ele tutuşuyordu.

“Eee hani cv?”
“Ben sivi mır mır mır…” ürkekliğine tahammül edemeyip bağırdım,
“Sesli konuşsana be adam!” sesime güvenlik görevlileri geldi. Elimle “bir şey yok” hareketi yaptım.

“Ben sivi nedir bilmiyorum!” dedi.
Güldüm. “Desene ya hu, sen akşam bir eve uğra senin sorununu öyle çözeceğim.” dedim.

Akşam işten eve döndüm.

Üstümü değiştirip biraz oyalandıktan sonra kapı çalındı. Kapıyı açtım, karşımdaydı. Elinde yine dosya kağıdını tutuyordu.

“Lan resmi niye atmadın?” diye sordum.
“Kıyamadım.” Dedi sesi titreyerek, gözleri doldu.
“Peki peki gir hadi içeri.”

İçeri gelip bir kuş gibi koltuğa tünedi.

“Şimdi sen hayatı öğrenmek istiyorsun he mi?”
“Evet abi.”
“O zaman kulak kesil şimdi.”
Karşımda koskocaman bir kulak vardı şimdi.

“Ben melâmet hırkasını
Kendim geydim eğnime
Ar u namus şişesini
Taşa çaldım kime ne?”
Gözlerinden bir şeyler düşündüğünü anladım. “anladın mı şimdi?” dedim.

“Abi anlar gibiyim ama aklımda soru işaretleri var.” dedi. dur o zaman,

“Terk edip nâm u nişanı
Giy melamet hırkasını
Bu melamet hırkasında
Nice sultan gizlidir.”

Gözleri neşeden parıl parıldı. “Şimdi anladım!” dedi. İçimden “Sen de mi çocuk?” dedim, “Sen de mi?”

“Peki, biraz bekle o zaman sana bir sürprizim var.” yavaş adımlarla kızılcık sopamı almaya gittim, sopayı iyice kavrayıp, tam arkadan yaklaştım kafasına odunu geçirecektim ki, kağıt üzerinde bir şeyler karaladığını fark ettim. Dikkatle baktığımda, yaptığı resmi özenle boyadığını gördüm.  “Çocuksun lan sen.” dedim içimden. Kızılcık sopamı elimden indirdim, hemen odaya gidip rast gele bir hırka aldım.

“Al sana melamet hırkası.” dedim. Gözleri neşeyle parlıyordu. Şaşkınca,
“Ama abi nasıl olur, çok kıymetli bir şey bu.” dedi.
“Olsun yahu, hem sıkıldım hem de artık bana olmuyor.”, göbeğimi gösterdim.
“Vay be o kadar mutluyum ki, iyi ki senin gibi bir abim var, al bu da senin olsun o zaman.”

Bana çizdiği resmi verdi, hırkayı giyip şarkılar söyleye söyleye çıktı, pencereden baktığımda seke seke evine gidiyordu.

Çizdiği resim hala masamda durur.

divan ı matrix

Tahkik olunsa nakşı temasil-i kainat, 
Ya hâb ü ya hayal ü yahut bir fesanedir, 

[burası resimle şiiri dengelemek için boş]


Surette nazar eder isen sen var ben var 
Amma ki hakikatte ne sen var ne ben var. 

Ramazan Yıldız tiribüt.

Ramazan Yıldız: Abi şu işleri bitireyim haftasonu vinyet çizerim sana. 
Hakan: Yalan kelamlar ediyorrsun yalaaan!
Ramazan: Ah! Apansız!

Emre bilgiç tiribüt

Emre Bilgiç: Abi yarına vinyetin elinde olur. 
Hakan: Yalan kelamlar ediyorsun Emre yalaaan!
Emre: Umpf!
Hakan: Umpf ne lan??

meb'un israil

yüzünden bu hafta komiklikler şakalar yok. bana değil ona kızın.

dehşetli bir temaşaa!


İsrail'in yaptıkları mıdır şu göğsümdeki ağırlık yoksa İsrail ilk defa yapmış gibi şaşırmamız mı?