İçinden tren geçen hikaye: Be hey Gençlik

İlk Cafcaf'ta yayınlanan Be Hey Gençlik adlı köşede yayınlanmıştır. 



İşlerim ahmakıslatan gibi tepemden yağıyor, müşteriler yıldırım yıldırım kafama düşüyor idi. Bu hengâmda, ekranımın sağ alt köşesinde bir kutucuk, bana msn üzerinden Ankara’da okuyan genç bir arkadaşımın bir şeyler yazdığı havadisini veriyordu. Tıkladım. Açtığımda, “Abi bir site var çetrulet diye, ilk defa denedim, rastgele insanlarla görüntülü çet yapıyorsun. İlk seferde İtalyan bir hatunun msn adresini aldım ehehe ayayekokocombo jkshajkdh.” Yazdığını gördüm.

Filhâl, bilgisayarımı kapattım. İş arkadaşlarıma acil bir işim çıktığını söyleyip Haydarpaşa Gar’ına doğru seyirttim. Acil tarafından bir bilet alıp yola çıktım. Kompartımanımda benimle beraber üç tane öğrenci suretli zevat vardı.  

Yolculuk esnasında zamanla kendileri ile ünsiyet peyda ettim ve havadan sudan konuşmaya başladık. Üçü de kıpır kıpırdı. “Abi biz macera olsun diye ilk defa trene biniyoruz da çok heyecanlandık.” Diye açıkladılar. “Ooo gençler.” Dedim. “Karşınızda hayatı trenlerde geçmiş bir adam duruyor.” Bunun üzerine gözleri hayret ve hayranlıktan ışıl ışıl oldu. Anlatmaya başladım.

“Ben o zamanlar on altı yaşındaydım, lise birde. İnce uzun bir oğlan. Saçlarım kirpi gibi dik duruyor; ne yana, ne geriye taranmıyor, beni deli ediyordu. Küçük istasyon binasının arkasında, battal bir hatta çekilmiş, eski bir vagonda kalıyorduk. Vagondan bir ev...”

Lafımı birisi böldü. “Aaa abi çocukluğun, Mustafa Kutlu’nun Uzun Hikaye’sinde anlatılana ne kadar da benziyor!”

Bunun üzerine bir lahza durakladım ve devam ettim.

“Bu yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya gider gelir, gider gelirdi. Bu yerlerde demiryolunun her iki yanında, ıssız,engin, sarı kumlu bozkırların özeği Sarı-Özek uzar giderdi...”

Bu sefer lafımı diğeri böldü,

“Abi bu da Cengiz Aytmatov’un Gün Olur Asra Bedel romanında yazıyor.”

“Hayat hayata benzer gençler!” dedim. Dolan gözlerimi pencereye dikerek, “O değil de bir keresinde de Çin’den Moskova’ya Trans-Sibirya treni ile geçmeye karar vermiştim ve yolculuk esnasında bagajıma matruşkalar içerisindeki eroin zulasını koyan bir kaçakçı ve polis görünümlü mafyanın dahil olduğu bir macera yaşamıştım. Maceranın sonund…”

Lafımı bu sefer üçü de kahkahaları ile böldüler. Gülmekten kıpkırmızı olmuş suratı ile bir tanesi, “Yuh be abi direkt Transsiberian filminden sahne çaldın ha!!” diye açıkladı. Onlar gülmeye devam ederken, ayağa kalktım. Ciğerlerime, büyük bir nefes hapsettim…

Tren Ankara’ya geldiği zaman, polisler kompartıman zeminine sereserpe uzanmış, beyninin pekmezi akan üç genci ayıltmaya çalışıyor, başka bir polis memuru da “Abi vallaha ne olmuşsa kaşla göz arasında olmuş ben bir şey fark edemedim!” diyen tren görevlisine sorular soruyordu.

Gardan çıkıp bir taksi çevirdim. “Bilkent Üniversitesi’ne.” Dedim. Ankaralı genç adamın okuduğu kampüse gidip, … nerede acaba diye sormaya başladım. Kendisi popüler bir zat olduğu için iki üç kişiye sorduktan sonra kantinde olduğunu söylediler. Kantine girdiğimde hemen beni fark etti. Ben oturmak üzere bir sandalye kapıp ona yaklaşırken,

“Oooo Hakan abi bu ne sürpriz hangi rüzgar attı seni? Daha sabah msn’de konuşuyorduk. Ama Hakan abi neden elindeki sandalyeyi kafama doğru savu…”

ÇAAAAAAAAAAAAT!

Kafasına sandalyeyi asayı musa misal geçirince geçirdiğim yerden yedi pekmez ırmağı taştı.

“Başka şey mi bulamadın lan internette uğraşacak?”

diye sordum ama şuurunu yitirdiği ve beyninin pekmezi aktığı için beni duyamadı. Sonra çıkıp gara gittim. Acilinden bir İstanbul bileti aldım. Kompartımanda iki orta yaşlı adam vardı. “Abiler.” Dedim. “Karşınızda hayatı trenlerde geçmiş bir adam duruyor.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder