Evliya Çelebi ile Osmanlıca neş'esi Ders-8 feat. Emre Bilgiç

Suâl: Bahr-i bilâ mâ ne demektir?

El cevâb: Susuz deniz demektir.

Suâl: Bir nebze dahi açıklayabilir misiniz? 

El cevâb: Bittabi, Evliya Çelebi’nin "Susuz Deniz" yerine kullandığıdır Seyahatnamesinde. Bir gün sual etmişler,

-Çelebi çelebi, neden “Susuz deniz.” değil de Bahr-ı bilâ mâ? Deyince Çelebi eydür,

-Evlad gözünü kapa ve benimle gel.

Suâl eden, gözlerini bağladıktan sonra  elini tutan Evliya Çelebi’nin ardı sıra yürümüş. Dere tepe aşmışlar. Sual eden ne zaman “Nerdeyiz nereye gidiyoruz?” diye sorsa Evliya Çelebi, “Benliğinden arınmaya, melamet hırkasını geymeye, insan-ı kâmil olmaya…” gibi müphem cevaplar veriyor ser verip sır vermiyormuş.

Akabinde ikilimiz bir binaya gelmişler, merdivanları çıkarken suâl eden artık gizemli cevelânın sona erdiğini anlayıp iyice heyecanlanınca gözbağını çıkaracak gibi olsa da Evliya Çelebi hemen eline vurmuş ve eyitmiş, “Bre gafil! Onca yolu boşuna mı yürüdün!!”

Bunun üzerine suâl eden, elini gözbağından çekmiş. Binaya girdiklerinde kopan muazzam velvelede bile bir daha elini gözbağına götürmemiş. Evliya Çelebi onu sırt üstü yere yatırdığında da sabırla beklemiş ve en sonunda Çelebi’nin uzaktan gelen sesini duymuş,

 “Gözlerini aaaaaaaaaaaaaaçççççç!”

Sual eden gözlerini açması ile bir boks ringinde olduğunu ve ringin kenarına tırmanan Evliya Çelebi’nin üstüne uçarak geldiğini fark etmiş. Bir kalp atımı süre sonrasında Evliya Çelebi olanca cüssesi ve cesameti ile suâl edenin üstüne düşmüş!
 
Bunun üzerine kendilerini izlemekte olan müdebdeb kalabalık daha da çıldırmış ve bağrışları yedi kat semaları inletmiş!

Kalabalığın galeyanı ile iyice gaza gelen Evliya Çelebi, suâl edeni ayağa kaldırmış, suâl eden mecalsiz ayakta dururken Evliya Çelebi kendini ringin iplerinden sapanla taş atar gibi germiş ve aldığı hızla suâl edenin yüzüne dirseğini geçirince suâl eden, kuşları sayarak yere yapışmış.

Evliya Çelebi yamulmuş kavuğunu düzeltmiş, cübbesini yırtarak kaslarını seyirciye doğru şişirmiş. “Who is the kiiiiiiiiing? Who is the majesssssstyyyy? (Kral kimmiş, mejesteleri kimmiiiiiiş!) diye  bağırdıkça seyirci de “Youuuu, you are the kiiiiing!” (kral sensinnn!) diye mukabele ediyormuş.

Sonra Hulk Hogan gelmiş Evliya Çelebi’yi tebrik etmiş. 


Zeyl: evliya çelebi çizimi kıymetli dost Emre Bilgiç'e aittir.

Bir ihtida öyküsü: Otisabi

Gizli bir mesajı olmayan ama sizin gizli mesajlar keşfedeceğiniz bir hikâye: Soyup benliğini üryan olan gelsin bu meydane!

Bir an başını kaldırdığında, göz göze geldik…

Üstünde bir takım elbise vardı.

Şaşırdım.

Melamet hırkasını ne yaptın laan?” diye gürledim;

Usulca, 

"Gerek kalmadı." diye cevap verdi.

Eskiden gürlediğimde boyum otuz santim uzar, o da karşımda bir karınca cesametine düşerdi.

Bu sefer boylarımız eşitti. Kendine güveni gelmişti.

“Takım elbise?” diye suâl ettim.
“İş buldum.”
“Nerde?”
“Çok uluslu bir şirkette.”
Onu baştan aşağı bir süzdüm. “Vay bee!” dedim içimden.
“Çok kazanıyor musun?” diye sual ettim.
“Çok.”
“Çok arkadaşın var mı?”
“Evet.”
“Saygı duyulan bir insan mısın?”
“Öyleyim.”
“Peki mutlu musun?”

Başını öne eğdi. Bir süre çocuk gibi sağa sola sallandı. Başını kaldırdığında sulanmış gözlerinde yine o çocuk masumiyeti vardı.  Kravatının ucu ile gözyaşlarını sildi.

“O yüzden yanıma geldin öyle değil mi?” diye suâl ettim. Başını sallayınca göz yaşları yere kırkikindi yağmuru gibi yağdı.

“O zaman beni iyi dinle.” Dedim öksürerek boğazımı temizledim ve en bas sesimle, Kani Karaca’nın mezarından çıkıp neyiyle benim kafama kafama vuracağı bir şekilde şu ilahiyi söyledim. 

Bu meydan mekteb-i irfan cesaret edemez her can
Haset kin kibr u cehlini koyan gelsin bu meydaneeeaaa! 



Temaaşa ettim ki gözleri parladı. Gözlerinde “Tabi ya ben bunu neden daha önce düşünemedim?” der gibi bir ifade vardı. Bunun üzerine devam ettim;

Canı canana kurban eyleyen gelsin bu meydaneeeaa!
Soyup benligini üryan olan gelsin bu meydanerrraaa! 


Ben bu dizeleri söyler söylemez sağ elini yumruk yapıp sol eline vurdu. “Tamam!” dedi “İşte bu!” ve koşarak odadan uzaklaştı.

“İşte bu ne olm?” diye arkasından bağırdım. “Ben bişey anlamadım sen ne anladın şimdi?” diyene kadar koşarak uzaklaşmıştı bile.

Akşam ona televizyonda tesadüf ettim. Taksim’deydi ve üryandı. Sadece  Hür çocuklar gibi koşuyor, yavru ceylan gibi sekiyor, peşinden avına koşan aslan misal polisler tam onu yakalayacakken çevik bir hamle ile yön değiştiriyordu.

Kameralar  yüzüne zoom yaptığında gördüm.

Mutluydu. 
Bir an başını kaldırdığında, göz göze geldik…

Üstünde bir takım elbise vardı.

Şaşırdım.

“Melamet hırkasını ne yaptın laan?” diye gürledim. Eskiden gürlediğimde boyum otuz santim uzar, o da karşımda bir karınca cesametine düşerdi.

Bu sefer boylarımız eşitti. Kendine güveni gelmişti.

“Takım elbise?” diye suâl ettim.

“İş buldum.”

“Nerde?”

“Çok uluslu bir şirkette.”

Onu baştan aşağı bir süzdüm. “Vay bee!” dedim içimden.

“Çok kazanıyor musun?” diye sual ettim.

“Çok.”

“Çok arkadaşın var mı?”

“Evet.”

“Saygı duyulan bir insan mısın?”

“Öyleyim.”

“Peki mutlu musun?”

Başını öne eğdi. Bir süre çocuk gibi sağa sola sallandı. Başını kaldırdığında sulanmış gözlerinde yine o çocuk masumiyeti vardı.  Kravatının ucu ile gözyaşlarını sildi.

“O yüzden yanıma geldin öyle değil mi?” diye suâl ettim. Başını sallayınca göz yaşları yere kırkikindi yağmuru gibi yağdı.

“O zaman beni iyi dinle.” Dedim öksürerek boğazımı temizledim ve en bas sesimle, Kani Karaca’nın mezarından çıkıp neyiyle benim kafama kafama vuracağı bir şekilde şu ilahiyi söyledim.

Bu meydan mekteb-i irfan cesaret edemez her can
Haset kin kibr u cehlini koyan gelsin bu meydaneeeaaa!

Temaaşa ettim ki gözleri parladı. Gözlerinde “Tabi ya ben bunu neden daha önce düşünemedim?” der gibi bir ifade vardı. Bunun üzerine devam ettim;

Canı canana kurban eyleyen gelsin bu meydaneeeaa!
Soyup benligini üryan olan gelsin bu meydanerrraaa!

Ben bu dizeleri söyler söylemez sağ elini yumruk yapıp sol eline vurdu. “Tamam!” dedi “İşte bu!” ve koşarak odadan uzaklaştı.

“İşte bu ne olm?” diye arkasından bağırdım. “Ben bişey anlamadım sen ne anladın şimdi?” diyene kadar koşarak uzaklaşmıştı bile.

Akşam ona televizyonda tesadüf ettim. Taksim’deydi ve üryandı. Sadece  Hür çocuklar gibi koşuyor, yavru ceylan gibi sekiyor, peşinden avına koşan aslan misal polisler tam onu yakalayacakken çevik bir hamle ile yön değiştiriyordu.

Kameralar  yüzüne zoom yaptığında gördüm.

Mutluydu. 

Cafcaf'tan Tırcı Balaban'a sansür!!! ve Cafcaf cephesinden pişkin cevap!

Bu sabah baktım ne göreyim? Bizim sokakta şenlik var, büyükler kös kös otururken, adam oluvermiş çocuklaar diye bir Barış Manço şarkısına ne ara dönüştü bu cümle Allaseniz? 

Neyse yahu, bu sabah baktım ne göreyim? Cafcaf Volkan Akmeşe'nin Tırcı Balaban'ını "nah" ını başparmak yerine çiçek koymak marifeti ve kendini cnbc-e sanma gafletiyle sansürlemiş!

Tabi Debdebe ve Gulgule cafcaf gibi sansürcü olmadığı için elde ettiğim sansürsüz versiyonunu yayınlıyorum.

not: yayın hayatına uzun bir süre sonra "Nah" ile devam eden siteden hayır gelir mi lan?


not 2: ve şu zamana kadar sessizliğini koruyan cafcaf cephesinden cevap geldi! Utanacağı yerde "olm o çiçeği ben koydum benim adım neden geçmiyor lan sitede??!" diye pişkin bir şekilde bana serzenişte bulunan Ramazan Yıldız. evet... böyle kalır işte cümle yarıda toparlayamazsın Hakan.