Bir an başını kaldırdığında, göz göze geldik…
Üstünde bir takım elbise vardı.
Şaşırdım.
“Melamet hırkasını ne yaptın laan?” diye gürledim. Eskiden gürlediğimde boyum otuz santim uzar, o da karşımda bir karınca cesametine düşerdi.
Bu sefer boylarımız eşitti. Kendine güveni gelmişti.
“Takım elbise?” diye suâl ettim.
“İş buldum.”
“Nerde?”
“Çok uluslu bir şirkette.”
Onu baştan aşağı bir süzdüm. “Vay bee!” dedim içimden.
“Çok kazanıyor musun?” diye sual ettim.
“Çok.”
“Çok arkadaşın var mı?”
“Evet.”
“Saygı duyulan bir insan mısın?”
“Öyleyim.”
“Peki mutlu musun?”
Başını öne eğdi. Bir süre çocuk gibi sağa sola sallandı. Başını kaldırdığında sulanmış gözlerinde yine o çocuk masumiyeti vardı. Kravatının ucu ile gözyaşlarını sildi.
“O yüzden yanıma geldin öyle değil mi?” diye suâl ettim. Başını sallayınca göz yaşları yere kırkikindi yağmuru gibi yağdı.
“O zaman beni iyi dinle.” Dedim öksürerek boğazımı temizledim ve en bas sesimle, Kani Karaca’nın mezarından çıkıp neyiyle benim kafama kafama vuracağı bir şekilde şu ilahiyi söyledim.
Bu meydan mekteb-i irfan cesaret edemez her can
Haset kin kibr u cehlini koyan gelsin bu meydaneeeaaa!
Temaaşa ettim ki gözleri parladı. Gözlerinde “Tabi ya ben bunu neden daha önce düşünemedim?” der gibi bir ifade vardı. Bunun üzerine devam ettim;
Canı canana kurban eyleyen gelsin bu meydaneeeaa!
Soyup benligini üryan olan gelsin bu meydanerrraaa!
Ben bu dizeleri söyler söylemez sağ elini yumruk yapıp sol eline vurdu. “Tamam!” dedi “İşte bu!” ve koşarak odadan uzaklaştı.
“İşte bu ne olm?” diye arkasından bağırdım. “Ben bişey anlamadım sen ne anladın şimdi?” diyene kadar koşarak uzaklaşmıştı bile.
Akşam ona televizyonda tesadüf ettim. Taksim’deydi ve üryandı. Sadece Hür çocuklar gibi koşuyor, yavru ceylan gibi sekiyor, peşinden avına koşan aslan misal polisler tam onu yakalayacakken çevik bir hamle ile yön değiştiriyordu.
Kameralar yüzüne zoom yaptığında gördüm.
Mutluydu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder