Menakıb-ı Meşeüd-din Neşe’i Tefrikası Kısım-I

Menakıb-ı Meşeüd-din Neşe’i adıyla malum, Meşeüd-din Neşe’i hazretin, çorak, beyâbân misal dimağlara ektiği hakikat nüv’eleri nevinden meşe palamutları hükmünde menkıbelerdir. Siz kaarilerimden recam, mezkur menakıbı okurken, “Kıymetli muharrir, şu menkıbeniz aynen şu müellifin şu eserinden apartmadır diye vaveylalarınızı evce peyveste etmemeniz, beni burnunuzun ucuna aparkatı aşk etmek mecburiyetinde bırakmamanızdır.

Takkeler alesta! Menkıbeler başlıyor!

Evvel zamanda ki evveliyatı epey azîmdir, bir hind fakiri var idi. İki elin parmağından kesretli mahdumları ve üç adet zevceden müteşekkil hanesini geçindirmek için yılan oynatıcılığı yapardı. Tabi evvel zaman, turizm sektörü bu kadar şümullü değil, ortalık da yılan oynatıcısından geçilmiyor, piyasa mafiş. Bundan kelli bu oynatıcı kıt kanaat geçiniyor evine yiyecek zor getiriyor getirdiğini nüfusa yetiştiremiyordu. Hatta bir ara açlıktan yılanı pişirip taam etmeyi düşündüler de, sonra iyi kötü ekmek teknesidir diye vazgeçtiler. 

Olacak bu ya, Bir gece, makam-ı rehavide horlayarak uyurken yılan oynatıcının yılanını çaldılar! Bunu öğrenen yılan oynatıcısının dünyası herc ü merc, yer ile yeksan, ruy i zeminle bir oldu ve üryan ü, puryan ü giryân kendini yerden yere vurmaya başladı. Hemen mevcut gece bekçisi, polis, csi:Newyork hâsılı ne kadar teşkilat var ise ayağa kaldırdı ise de, olan olmuş yegane geçim kaynağı da gitmiş oldu. 

Oynatıcı, mecrûhu’l kalb, isyana düştü.

“Ulan!” dedi. “Allah’ım!” dedi. “Bu kadar zengin insan varken geldin de beni mi buldun? Bu nasıl bir adalet duygusu! adaletin bu mu dünya? ne yar verdin ne mal dünya! içen mi günahkar içtiren mi alayınıza isyan baaaah! Yakarım kendimi çocuğumu keserim ulan!!!” [müellifin elzem notu: içen günahkardır, akıllı olun.] diye ortalığı gulguleye verip damarlarına zerk edercesine içki içmeye başladı. İsyankâr, asi, buşt gibin bir şey oldu.

Ertesi gün, yılan oynatıcısı serkeş, sarhoş, avaramun, biçare gezer iken, yere yığılmış bir adam, dibinde de bir yılan gördü, gidip nazar etti ki yılan kendi yılanı. “Oha validesini bilmem ne yapayım.” dedi, “Bu benim yılan değil mi??”

İşin aslı şu idi, meğerse yılan sahibine günler boyu içten içe hırslanmışmış. Hırsız onu çalıp da yılan hırsızı sokup mevta etmese aynı akıbete kendisi uğrayacaktı. Allah u teala onu yılanını çaldırarak zehirlenmekten korumuştu. Düştüğü gaflet gayyasını anlayan yılan oynatıcısı filha’l tövbe istiğfar etti, “Ben nasıl beni yaradana isyan ederim!” diye kendini yerlere attı. 

Yalnız gaza gelip epey hızlı attı kendini enayi. Yerde taş varmış kafasını vurdu. Kafası yarıldı, beyninin pekmezi aktı dört bir yana. Ayılınca “Senin hikmetinden suâl olunmaz kadir Mevla’m meğerse her şerde bir hayır varmış.” dedi.

Demek ki her şey gibi benim rızkım da onun elinde diye düşünüp yılanı hint ormanlarına saldı. Allah ona bir yerlerden kapı açtı, Hindistan’daki ağabeylerle tanıştı. Rızkı genişledi. 

Kendisi en son medrese şakirdanına maklube çevirirken görülmüş…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder