Tâhkiyet'ül Garaib: Geçmiş zamanda vuk'u bulan ibretlik olaylar Kısım-I

Tarih, bir daire emsal yolda gittikçe bir süre sonra tekrar tekrar aynı şeyler göstermek sureti ile def’atle tekerrür edermiş. Bizim geçmiş zamanımız da ibret almamız gereken vak’alarla dolu olup bize ayrılan köşemizde, bu vak’alardan birini anlatacağım.  

Raviyan-ı ahbar nakleder ki, vakt i zamanında, İslambol kethüdalığını gözüne kestirmiş bir paşa var idi. Halk kendisini Şimşirdâroğlu Kemâl diye anar, muazzam bir çoğunluk kendisine itimat ederdi. Hatta bir kısmısı bu itibarı o kadar abarttılar ki hakkında “Şimşirdar şimşirdar şimdirdaroğlu hem pir u pak, hem itimat edilir, bir beşer evladı!” diye güfteler bile yapıldı.

Denilir ki, Şimşirdaroğlu o esnada İslambol kethüdalığını yapan tatlıcı Abdülkadir Efendi’yi halk nezdinde gözden düşürmek için elinden geleni yapmakla beraber kendince halkın basireti, kimilerine göre de bizzat o halkın feraseti ile kethüdalık bekler iken üç paydan birisini, el hâsıl havasını alıp yerine oturmakla, yine bölge halkının anlatmasına göre Dolmabahçe surlarında “Ama ben hem pir ü pak, hem itimat edilebilir bir beşer evladı idim, niyçün böyle oldum?” diye günlerce feryad ü figan ve vaveylâlar ederek dolaşmış.

Olayın aslı şu idi, bilindiği üzre, İslambol o zamanlar, frenkmeşrep mollalar ile dolu idi. Bu frenkmeşrep mollalar,ve onlardan etkilenen kalantor ve kalantorzadeler, Evropa’dan aldıkları tedrisat ile, civciv heyvanı misâl çıktıkları yumurtanın kabuğunu beğenmez, fırsat buldukları her yerde “devletimiz şöyle geri kalmıştır halkımız böyle cahildir!” diye karga misal seslerini yükseltirler, kendi gibi düşünmeyenleri de “çobana itaat eden koyun misillü, başlarında kim varsa ona itaat ederler bunlar.” diye hâkir görürlerdi. Bunların debdebe ve gürültüleri de çok olduğundan kelli, tüm İslambol’u kendileri gibi zanneder, Şimşirdaroğlu’nun da kesinlikle kethüda olacağına kasem ederlerdi. Şimşirdaroğlu kethüda olmayıp da halk ve erkan bu konuda bir ses çıkarmayıp bilâkis memnun olunca, bu mollaların kendileri hariç herkesin câhillerden de aşağı olduğuna dair imanları bir kat daha güçlenmiş oldu.

Zaman denilen örtü neleri örtmemiş ki? Bir süre sonra hezimetinin teessürünü atlatan Kemâl Efendi kethüda ve avareleri hakkındaki nihân gerçekleri aktarmaya devam etti.
 
Nakilan ı asar, bu çıkışların ve destekçilerinin şirazesinin kaymasının başlangıcını, Kemal Efendi’nin devlet hâzinedarlığı kethüdası Mehmet Efendi’ye “ecnebi Mehmet” demesi olarak gösterir. Bu çıkışında da ümit ettiği mesneti alamayınca yine bir süre Dolmabahçe surlarında gezindiğini, “Evvel zemanda arkamda olanlar, beni başlarına tac edenler acep şimdi nerdedirler?” diye çeşm-i pür nurlarından derya misal gözyaşı akıttığını anlatırlar.

Şimşirbâzoğlu ile ilgili başka bir kayıt da onun, emsâlleri arasında fikirlerini en hızlı değiştirebilen bir beşer evladı olduğu yönündedir. Zamanında bir “meclis”te, “validelerin, ağlaması muhtemel olabilir.” Minvalli sözler eden bir paşayı elleri patlarcasına alkışlamış, yine kendisine yöneltilen ithamlar sonucu “Yahu ben onu bilerek alkışlamadım, o esnada muhayyelatımda başka bir şey var idi, yanımdaki yaverlerim alkışlayınca ben de bir şey var sandımıdı, yoksa tiz gereğini yapa!” dese de ertesi gün o paşayı sâir kodamanlar da savununca, aslında gereği yok canım böyle şeylerin diye çark üstüne çark etmesi ile kendisine yakıştırılan sıfatlar ile ne kadar namüsemmâ olduğunu cümle aleme ispatladı.

Kemâl Efendi bu hareketinin cezasını uzun süreler çekmiş, bulunduğu her mecliste bu hareketine tepki almış fakat bunlardan kendine bir ders, bir vazife çıkarmak yerine, “ Bu velvele ve gulguleyi çıkaranlar olsa olsa asilerdir, Celâlilerdir!” diyerek itibarını bir derece daha kaybetti.

Denizde kum, Şimşimdaroğlu’nda sui zann biter mi? Bir keresinde de Erzurum kadısı ile aksi düşüp, “Bu kadı, fermanında karar çıkarmış, lakin isim kısmısını boş bırakıb, istediği insanlar üzerinde baskı kuruyor.” İddiasıyla ortalığı velveleye verip, kadı da “ o fermanın aslı bizdedir, biz o sureti sadece yeniçeri ocağına bir karışıklık olmasın diye vermiştik sen de onu ne sandın, hemen ortalığı birbirine kattın!” diye cevap vermiş olsa da, bu sefer “Yok bunlardan birisi boş idi, diğerisi dolu idi, hem mühr ü hümayun ikisinde de farklı yerlerde hani hani?” dese de halk bu sözlere de itimad etmeyip kendisini iyice taht ez zemin’e derc edip, “Şimşirdar şimşirdar şimdirdaroğlu hem pir u pak, hem itimat edilir, bir beşer evladı!” güftesi de tatlı bir anı olarak kaldı.

Peki bu frenkmeşrep mollalar kalantor ve kalantorzâdeler bu vak’alardan her hangi bir ders çıkardılar mı? İlahiri.. öyle olsa hiç tarih tekerrür eder miydi? Bugünlerde de başımıza gelenler sırf bu zihniyetin nev’ileri yüzündendir desem haddimi aşmış olur muyum? 

zeyl: Yazı cafcaf dergisinde yayınlanmış olup eskizler Ebru Zeynep Yetinakman'a aittir. kendisinden izinsiz koydum ama hayırlısı bakalım.

2 yorum:

  1. Başlıkta lisân-ı alîyye-yi Osmanîye mugayir bir tasyir mevcut.

    İşbu artikel "el" yazılırken şu şekil tesyar olunur; "Tâhkiyetü'l-Garaib"

    Farazen bir başka örnekte, "Hayrü'n-nisa" (el'in l'sinin değişmesi babında)

    Osmanlıca ve Osmanlıcacının dostu muvazzaf sergerde sundu.

    YanıtlaSil
  2. temme’l-kelâm-i münasib: öğrenmenin yaşı yok azizim...

    YanıtlaSil